Güçlü Bir Türkiye Hayali Nasıl Gerçekleşir?

Dr. Nadir Çomak

Bir ülkenin sahip olduğu zenginlikler Fiziki Sermaye ve Beşerî Sermaye olarak iki başlık altında ele alınabilir. Fiziki sermaye o ülkenin sahip olduğu coğrafi konum özellikleri ile yerüstü ve yeraltı kaynaklarından oluşur. Türkiye bulunduğu coğrafi konumu ile dünya üzerinde bir kavşak noktasında yer almaktadır. Üç kıtanın kesişme noktasında bulunan Türkiye ulaşım yollarının kavşak noktasındadır. Enerji kaynaklarına yakınlığı yanında sahip olduğu su kaynakları ile de bölgesel bir güç niteliğindedir. Türkiye sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginliklerini verimli ve etkili bir şekilde değerlendirdiği taktirde zenginliğine zenginlik katacak bir potansiyele sahiptir. Türkiye’nin sahip olduğu beşerî sermaye ise gücünü insan kaynaklarından almaktadır. Güçlü bir tarihi geçmişe sahip olması ile bölgesindeki ülkeler ile köklü tarihi bağları bulunmaktadır. Genç nüfusu ile dikkat çeken Türkiye sahip olduğu beşerî sermaye ile de göz kamaştırmaktadır. İnsan sermayesi yerine göre maddi sermayeden daha kıymetli olabilmektedir. Fakat mermer ocağındaki mermerin işlenmediği müddetçe bir kıymet ifade etmediği gibi beşerî sermaye de eğitimle şekil alıp mermer gibi parlatılmadığı müddetçe çok az kıymet ifade etmektedir. Bu nedenle Türkiye genç nüfusunun niteliklerini eğitimle artırarak stratejik gücüne güç katmalıdır. Bunu başka ülkeler başarmışsa Türkiye’de başarabilir. Örneğin Singapur, Asya’nın güney doğusunda Singapur adası çevresindeki 54 adadan oluşan bir ada ülkesidir. Yüzölçümü 648km kare (Kurt, H. 2009, https://islamansiklopedisi.org.tr/singapur) ve nüfusu 5.639.000 kişidir (www.worldometers.info:2018). Singapur’un milli geliri 1965 yılında kişi başına 2500 dolar iken bugün 55.000 dolara ulaşmıştır (Bloomberg TV, Singapur Belgeseli 15.02.2021:23.00). Yeterli tarım alanı bulunmayan ülkede otoparkların çatılarında borular içerisinde sulu tarım yapılarak meyve ve sebze yetiştirilmektedir. Singapur, ulaşım ve enerji yatırımları ile kısa zamanda büyük bir kalkınma atılımı yapmıştır.

Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra genç bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti büyük zorluklarla boğuşmak zorunda kaldı. Türkiye, birinci ve ikinci dünya savaşlarının zorlu yıllarında büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Bunun yanında yaklaşık her 10 yılda bir maruz kaldığı askeri darbelerle ekonomik kalkınması kesintiye uğratıldı. Bu sarsıntılara rağmen kalkınma hamlelerini sürdüren Türkiye bugün yeniden bölgesinin askeri ve ekonomik gücü haline geldi. Türkiye 84.904.146 kişiye ulaşan nüfusu ile (www.worldometers.info:2020) gelecekte daha güçlü bir ülke olma potansiyelini taşımaktadır. Peki Türkiye bu potansiyelini kullanarak yüksek büyüme hamlesini nasıl gerçekleşebilir?

Türkiye, sahip olduğu fiziki sermayeyi gerçek bir zenginliğe çevirmek için tarihiyle ve insanlarıyla barışmak mecburiyetindedir. Ülkemizde yaşayan başta genç nüfus olmak üzere her Türk vatandaşı kendisinin birinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü hissetmelidir. Farklılıklara saygı çerçevesinde her Türk vatandaşı kendisini önemli ve değerli olarak hissetmelidir. Genç ihtiyar, kadın erkek fark etmeden her Türk vatandaşının ülke kalkınmasına omuz vermek için motivasyona ihtiyacı vardır. Bunun da yapılabilmesi için hiçbir kişinin kendisini dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissetmemesi gerekmektedir. Türkiye öncelikle siyasi kutuplaşmalardan kurtulmalı ve her vatandaşını bağrına basmalıdır. Kanunen yüz kızartıcı ve terör suçlarından hüküm giymiş olanlar dışında her insanın Türkiye’de birinci sınıf vatandaş olarak yaşama hakkının olduğu kabul edilmeli ve her vatandaşa hissettirilmelidir. Bütün siyasetçilerin, üst düzey bürokratların ve medya organlarının kullandığı dil yıkıcı değil yapıcı olmalıdır. Bütün Türk vatandaşlarının ülkemizin ortak değerleri etrafında toplanması, mutlu bir şekilde yaşaması ve ülke kalkınmasına canla başla çalışması için zemin hazırlanmalıdır. Bunun için de özellikle yayın organlarında kategorize edici, kutuplaştırıcı, ırkçı, radikal ve şiddet söylemleri kullanmaktan kaçınılmalıdır. Türkiye’de yaşayan insanların ortak değerler etrafında toplanması için etkili iletişim teknikleri kullanılarak kuşatıcı ve kabul edici bir dil geliştirilmelidir.

Türkiye, bölgesinde ve Dünya’da güçlü ve lider bir ülke olabilmek için fiziki sermayesini işletecek olan beşerî sermaye kaynaklarını doğru bir şekilde kullanmalıdır. Dünya’nın Endüstri 4.0 devrimini yaşadığı çağımızda, dijital dönüşüm ve gelişim, topyekûn bütün Türk milletinin kalplerinin sevgi ve heyecanla çarpmasıyla ivme kazanacaktır. Türkiye’nin bir barış ve huzur ülkesi olarak dosta güven, düşmana korku vermesinin yolu birlikten, beraberlikten geçmektedir. Genç ihtiyar bütün kalplerin toplu vurması ve onu topların bile sindirememesi için milletçe hem asgari hem de azami müştereklerde birleşmeliyiz. Devletimize, ülkemize, bayrağımıza ve insanımıza sahip çıkmalıyız.

Türkiye’nin Gençleri Ne İstiyor?

Dr. Nadir Çomak

Türkiye nüfusunun %15,6’sını genç nüfus oluşturmaktadır. Avrupa Birliği üye ülkelerinin genç nüfus ortalaması %10,7 olarak hesaplanmıştır (TÜİK, 2019). İnternet kullanan gençler oranı %92,4 olarak belirlenmiştir (TÜİK, 2019). Bu oran gençlerin küresel cazibe merkezlerinin çekici etkilerine açık olduğu şeklinde yorumlanabilir. Yani yerel etkiler ve geleneksel iletişim yolları bu gençlerle iletişim kurmak için yetersiz kalmaktadır.

Gençlerin %56,7’si Türkiye’de yaşamaktan mutlu olduğunu belirtmektedir (TÜİK, 2019). Bu sonuç aynı zamanda gençlerin %43,3’ünün mutlu olmadığı sonucunu vermektedir. Bu kitlenin mutlu olmama nedeni üzerinde bilimsel araştırmalar yapılmasına olan ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde gençlerin %73,0’ı işinden memnun olduğunu belirtmiştir (TÜİK, 2019). Bu sonuca göre de işinden memnun olmayan %27 oranındaki genç nüfus var demektir.

Habitat derneği tarafından yapılmış olan bir araştırmaya göre gelecekten en fazla umutlu olanlar yüzde 77 ile öğrencilerdir  (E. Erdoğan, 2017). Bu sonuca göre de gelecekten umutlu olmayan %23 oranında bir genç kitlenin varlığı dikkati çekmektedir Bu araştırmadan 3 yıl sonra yapılan başka bir araştırmaya katılan gençlerin %40,8’i Türkiye’de üniversitelerin iş bulmak için yeterli donanım sağladığını düşünmemekle birlikte bu gençlerin %62,5’i eğer imkân olsa yurtdışına yerleşip orada yaşamak istediğini belirtmiş (SODEV, 2020). TÜİK tarafından yayınlanan istatistiki verilere göre gençlerin %62,0’ı almış olduğu eğitimden memnun olduğunu belirtmiştir (TÜİK, 2019). Bu iki veriye göre eğitimden memnun olan gençlerin yurt dışında eğitim almak istediğine dair bir çıkarımda bulunulabilir.

Yeditepe Üniversitesi tarafından yapılan bir gençlik araştırmanın sonuçlarına göre, 18-29 yaş grubu arasındaki gençlerin %76’sı daha iyi bir gelecek için yurt dışında yaşamak istiyor. Bu araştırma sonuçlarına göre her iki gençten biri mutlu olmadığını ifade ederken, %77’si torpilin yetenekten daha etkili olduğuna inanmaktadır (Lüküslü, 2020). Gençlerin bu inancı torpili normal bir iş görme yolu olarak gören bir anlayışla çelişmektedir.

TGSP, (2018) tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre gençlerin en önemli üç sorunu, iş sahası eksikliği, eğitimde karşılaşılan sorunlar ve madde bağımlılığı olarak tespit edilmiştir. Gençlerin en temel problemi eğitim sistemindeki aksaklıklar, bitmeyen sınavlarla mücadele etmek zorunda kalmak, ailelerin beklentilerini karşılayamama, eğitim alınan konuda istihdam edinememe veya çalıştığının karşılığını maddi-manevi görememe şeklinde yaygınlık göstermektedir. Gençliğin kendini öncelikli olarak yetersiz eğitim ve işsizlik üzerinden tanımlaması, ilgili etmenlerin gençlerin yaşamını ne derece olumsuz etkilediğinin önemli bir göstergesidir (TGSP, 2018).

Yurt dışında eğitim alma konusunda yapılan bir araştırmada, imkanınız olsa yurt dışında yaşar mıydınız, sorusunda ankete katılan katılımcıların yaş grubuna göre evet cevabı verme oranı şu şekildedir: 18-24; %55,4, 25-34;%51, 25-44;%40,5, 55-64;%24,9, 65+;%18,9. Aynı soruya evet cevabını verenlerin oranı eğitim durumuna göre şu şekilde gerçekleşti: Doktora; %75,1, Yüksek Lisans; %68,2, Yüksek Okul-Fakülte: %53.6, Lise ve Dengi Meslek Okulu:% 36,1, İlköğretim: %38,1, Her hangi bir okul bitirmemiş:%18,2 (Türkiyeraporu, 2019). Bu sonuçlara göre gençler yurt dışında eğitim alma konusunda daha istekli olurken, eğitim seviyesi arttıkça yurt dışına gitme isteğinin de arttığı görülmektedir. Türkiye’den yurt dışına göç eden kişi sayısı 2019 yılında bir önceki yıla göre %2 artarak 330 bin 289 olmuştur. Göç eden nüfusun %54,6’sını erkekler, %45,4’ünü ise kadınlar oluşturdu. Türkiye’den yurt dışına giden nüfusun 84 bin 863’ünü T.C. vatandaşları, 245 bin 426’sını ise yabancı uyruklu nüfus oluşturdu (Türkiye Uluslararası Göç İstatistikleri, 2019). Bu verilerin ışığında Türkiye’de yaşayan gençlerin ne istediklerine dair şu çıkarımlarda bulunulabilir:

  1. Gençler geleceğe umutla bakmak istiyor.
  2. Gençler nitelikli eğitim almak istiyor.
  3. Gençler yeteneğin torpilden daha önemli kabul edilmesini istiyor.
  4. Gençler eğitim sisteminde yaşanan sorunlardan rahatsız olduklarını ifade ediyor.
  5. Gençler yeteneklerine uygun iş sahası istiyor.
  6. Gençler yaşanabilir bir Türkiye istiyor.
  7. Gençler anlaşılmak istiyor.

Yetişkin eğitimciler, siyasetçiler ve ebeveynler gençleri anlamak için daha fazla gayret göstermelidir. Gençler reddedici, dışlayıcı, biçimlendirici yaklaşımlardan hoşlanmıyor.

Beyin Kuruması (Küsmesi) Nedir?

Beyin Kuruması (Küsmesi) Nedir?

Dr. Nadir Çomak

İnsanlık tarihi bir yönüyle göçlerin tarihidir. Dünya’nın farklı bölgelerindeki insanların DNA özelliklerindeki benzerlikler insanların çok fazla göç ederek birbirleriyle akraba olduklarını desteklemektedir. Göçlerin tarihi insanlık tarihi ile yaşıt olduğu gibi beyin göçü kavramı da bilim tarihi ile yaşıttır desek yanılmamış oluruz. Nitelikli ve iyi yetişmiş insanların yaşadıkların yerden başka ülkeler gidip yerleşmesine beyin göçü adı verilmektedir. Beyi göçüne neden olan birtakım faktörler bulunmaktadır. Bu faktörler ana hatlarıyla itici faktörler ve çekici faktörler olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. İtici faktörler beyin gücü denilen yetişmiş ve iyi eğitim almış bireylerin yaşadıkları ülkelerden ayrılıp başka ülkelere yerleşmelerine neden olan olumsuz etkiler anlamına gelir. Çekici faktörler ise beyin gücünü kendisine çeken ve beyin göçüne neden olan cazip şartları ifade etmektedir. Az gelişmiş gelişmekte olan ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik çalkantılar ve anti demokratik yaklaşımlar üstün nitelikli bireylerin göç etmesini hızlandırmaktadır. Gelişmiş ülkelerin siyasi istikrarı, ekonomik ve teknolojik gelişmişlik seviyesi, insan hakları ve demokrasi konusunda sunduğu imkanlar üstün yetenekli bireyleri kendisine çekmektedir. Dünya’da en fazla beyin göçü alan ülkelerin başında ABD gelmektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bir yana Kanada gibi gelişmiş ülkeler bile ABD’ne beyin göçü vermektedir. Türkiye ABD’ne beyin göçü veren ülkeler arasında sekizinci sırada gelmektedir. OECD ülkeleri arasında da Türkiye beyin göçü veren ülkeler arasında en fazla göç veren ülkeler arasında Jamaika ve Fas’tan sonra üçüncü sırada gelmektedir. Beyin göçü alan ülkeler arasında Amerika, Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya ilk altı sırayı almaktadır.

Beyin göçü olgusunu anlatan farklı kavramalar bulunmaktadır. İnsanların yalnızca bedenen bir ülkeden başka bir ülkeye gitmesinin yanında kendi yaşadıkları ülkelerdeki küresel büyük şirketlerde çalışmaları ya da sanal olarak internet üzerinden dünyanın farklı yerindeki bir büyük şirket için çalışması gizli beyin göçü olarak adlandırılmaktadır. Beyin göçünü anlatan bir diğer kavram da beyin bolluğu kavramıdır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde o kadar bol beyin vardır ki bu yaklaşıma göre bu bolluk beyin taşması olarak tanımlanmaktadır. Taşan bu beyinler de kıymeti bilinmediği için başka ülkelere gitmek için hazır hale gelmektedir. Fakat beyin göçü kavramını anlatan asıl dikkat çekici bir diğer kavram, beyin kuruması ya da beyin küsmesi olarak nitelenen kavramdır. Gençlerin ve üstün nitelikli ve iyi eğitim almış bireylerin kendi ülkesinin siyasal sistemine duyduğu derin güvensizlik genç beyinlerinin küsmesi ile sonuçlanmakta ve küsen beyinler başka ülkelere gitmek için yollar aramaya başlamaktadır. Yeditepe Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre (Lüküslü, 2020) gençlerin %76’sı daha iyi bir gelecek için yurt dışında yaşamak istiyor. TGSP tarafından yapılan bir gençlik araştırmasında (2018) Gençlerin en temel problemi eğitim sistemindeki aksaklıklar, bitmeyen sınavlarla mücadele etmek zorunda kalmak, ailelerin beklentilerini karşılayamama, eğitim alınan konuda istihdam edinememe veya çalıştığının karşılığını maddi-manevi görememe şeklinde ifade edilmektedir.

Türkiye, dijital dönüşüm çağını yaşadığımız bu günlerde Endüstri 4.0 devrimini yakalamak zorundadır. Bu nedenle en büyük sermaye olan insan sermayesini doğru bir şekilde ülke kalkınmasına dahil etmelidir. Genç ve üstün nitelikli gençlerin mutluluk seviyesini artırmalı, ülkemizin yaşanılabilir ve tercih edilebilir bir ülke olması için yaşam memnuniyeti standartlarını yükseltmelidir. Türkiye’nin hiçbir ferdini küstürme, ötekileştirme ve uzaklaştırma lüksü yoktur. Kanunen suçlu bulunup hüküm giyenler dışında her Türk vatandaşı masumdur ve birinci sınıf vatandaş olma hakkına sahiptir.

Türkiye’den gerçekleşen beyin göçünü tersine çevirmek için 2010-2015 yılları arasında TÜBİTAK tarafından başlatılan çalışmalar iyi niyetli fakat yetersiz bulunmuştur. Beyin göçünü tersine çevirmeye yönelik yeni projeler yapılmalıdır. Gelişmiş ülkelerin beyin göçü kazanmak için göçmen yasalarını düzenlediği gibi Türkiye’nin de beyi göçünü tersine çevirmek için planlama ve yasal düzenlemeler yapması yerinde olacaktır.

Beyin göçü konusunda iki temel modelden bahsedilir. Bunlardan insani modele göre beyin nerede olursa olsun insanlığa hizmet eder. Milliyetçi modele göre ise beyin göçü göç veren ülkeleri fakirleştirir.

Sizce Türkiye beyin göçü planlamalarını insani modele göre mi yoksa milliyetçi modele göre mi belirlemelidir?

Türkiye genç beyinlerin kendi ülkelerine küsmemesini ve beyinlerin kurumamasını nasıl temin etmelidir?

Cinsel Kimlik ve Cinsel Yönelim Kavramlarının Tarihsel Gelişimi

Dr. Nadir Çomak

Özet

İnsanlar neslin devamı için erkek ve kadın olarak iki farklı cinsiyet şeklinde yaratılmıştır. Cinsellik, doğası gereği kadın ve erkek arasında gerçekleşmektedir. Ancak, insanların tarihi dönemlerde farklı cinsel kimlik tercihlerine de yöneldiği belirtilmektedir. Farklı cinsel tercihleri ​​olan insanlara 1973 kadar ruhsal ve psikolojik tedavi uygulanıyordu. Bu türden farklı cinsel tercihler psikolojik hastalık konularından çıkarılmıştır. 2004 yılında ABD’de eşcinsel iki kişinin nikahı kıyılmıştır. Daha sonra Avrupa’da benzer cinsel tercihlerin yaygınlaştığı görülmüştür. 2010 yılından sonra ülkemizde cinsel yönelim konusunda yapılan tartışmalarda artış gözlenmiştir. 2011 yılından itibaren İstanbul sözleşmesi imzalanarak farklı cinsel tercihlere karşı olumsuz tavırlar yasaklanmıştır. Sağlıklı bir toplum yapısı ve sağlıklı nesillerin yetişmesi için çocuklara ve gençlere sağlıklı bir cinsel sağlık eğitimi verilmelidir.

Anahtar kavramlar: Cinsel kimlik, cinsel yönelim, cinsel eğitim, LGBT.

Abstract

Humans were created in two different genders, male and female, for the continuation of the generation. Sexuality takes place between men and women by nature. It is stated that these people tend towards different sexual identity preferences. People with different sexual preferences were given mental and psychological treatment until 1973. Different sexual preferences of this kind are excluded from the issues of psychological illness. In 2004, two homosexuals were married in the USA. Later, it was observed that similar sexual preferences became widespread in Europe. After 2010, there has been an increase in discussions on sexual orientation in our country. Negative attitudes towards different sexual preferences have been prohibited by signing the Istanbul convention since 2011. A healthy sexual health education should be given to children and young people for a healthy social structure and healthy generations.

Key concepts: Sexual identity, sexual orientation, sexual education, LGBT.

Çalışmanın amacı ve yöntemi: Bu çalışma cinsel kimlik ve cinsel yönelim konusunda tarihsel süreçte gerçekleşen değişimi ve bu değişimin Türkiye üzerindeki etkisini ortaya koymak amacıyla yapılmıştır. Çalışma sonucunda sağlıklı bir cinsel eğitime olan ihtiyacın belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma literatür taraması şeklinde yapılmıştır.

Giriş

Canlılar üreyip nesillerini devam ettirecek biyolojik bir tasarıma sahiptir. İnsanoğlu da neslini devam ettirmek için erkek ve kadın olmak üzere iki farklı cinsiyete ayrılır. Erkek ve kadın biyolojik, anatomik ve psikolojik farklılıklara sahiptir. İnsanoğlu fıtratı/doğası gereği farklı cinsiyetler halinde üreme işlevini devam ettirir. “Cinsellik (sexuality): Cinsellik insanoğlunun; cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim, erotizm, sevgi ve üremeyi kapsayan temel bir boyutudur. Cinsellik biyolojik psikolojik, sosyoekonomik, kültürel, etik ve dini faktörlerin karşılıklı etkileşiminin bir sonucu olarak yaşanmaktadır (Basset. T.M. and Kaim, B.;2000).” Cinsellik bazı araştırmacılara tek boyutlu değil çok boyutlu olarak ele alınmakta, yani “cinsellik, bireyin yalnızca üreme organlarının değil, insan olarak sahip olduğu tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Bu nedenle cinsellik, tüm bireylerin doğumundan ölümüne kadar yaşamlarını bütünleyen önemli bir parça olarak ele alınmaktadır (Gürsoy, 2018).” Cinsellik konusunda gerçekleşen hızlı değişimin yaşanmadan önce ve özellikle “geleneksel toplumlarda cinsellik üreme sürecine sıkı sıkıya bağlıydı; gelgelelim günümüzde cinsellik, yaşamın, insanın kendisinin keşfetmesi ve biçimlendirmesi gereken bir boyutu haline gelmiştir. Giderek çok çeşitli cinsel yönelimler ve davranış biçimleri çerçevesinde tanımlanmaya ve anlaşılmaya başlamıştır (Giddens, 2013).”  Nitekim inançların şekillendirdiği geleneksel görüşlerin aksi yönde görüşler de vardır: Başar, (2012)’a göre cinsel ve duygusal yakınlaşmanın karşı cinsle sınırlı olmadığını ve farklı yerlerde ve farklı zaman dilimlerde kabullenme davranışlarının olduğunu fakat eşcinselliğin bir kimlik olarak kabul edilmesinin 19. Yüzyıl Avrupa’sında olduğunu belirtmektedir. Bu tespite uygun olarak cinsel kimlik algısı konusundaki değişmelerin insanlık tarihine nispeten yeni yeni başladığını destekleyen başka ifadeler de vardır: “Michel Faucault, cinsellikle ilgili çalışmalarında on sekizinci yüz yıldan önce eşcinsel birey tasarımının neredeyse var olmadığını belirtmektedir (Faucault 1978)’dan akt.  (Giddens, 2013).”

Cinsel sapkınlık nasıl anlaşılmalıdır?

Dini kaynaklarda insanın neslinin devamına vurgu yapılarak cinsellik kavramı kadın ve erkek üzerine inşa edilmiştir. İnançların toplumların gelenek, görenek ve yaşantısını şekillendirdiği düşünüldüğünde cinsel kimlik konusundaki toplumsal kanaatler büyük ölçüde bu etki ile biçimlenmiştir. İnanç sistemlerinin çizdiği değerler doğru ve geniş bir yola benzer. Bu yoldan uzaklaşıp farklı yollara çıkmalar ise sapma olarak nitelenir. “Sapkınlık bir topluluk ya da toplumda, önemli sayıda insan tarafından kabul edilen belirli bir normlar kümesine uyum göstermeme olarak tanımlanabilir. (Giddens, 2013).” Bir milletin ortak değerleri ortak bir değer kümesi olarak kabul edildiği takdirde milli ve manevi değerlerden artı ve eksi yönde gelişecek anomaliler normalden sapmadır. Fakat ortak normlar kümesi konusunda bir mutabakat yoksa anomali yani sapma konusu da tartışmalı hale gelir. Giddens (2013), bir toplumu sapma durumuna göre ikiye ayırmanın doğru olmayacağını ifade etmektedir. Sosyoloji kuramlarından işlevselci kuram, etkileşimci kuram, çatışma kuramı ve kontrol kuramına göre sapma konusu ele alınıp değerlendirilmiştir. Durkheim ve Merton sapma konusunu anomi olarak nitelendirmektedir. Geleneksel cinsiyet bakış açısına karşı eleştirel bir dil kullanılan çalışmalar dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de artmaya başlamıştır. Şenel (2014), insan bedeninin eril ve dişil olarak ikiye ayrılarak anatomik özelliklere göre kadınlık ve erkekliğin tanımlandığı ve Faucault’a atıfla kenar cinselliklerin görmezden gelindiği ve düzeltilmeye çalışıldığı geleneksel anlayış içerisinde LGBTİ bireylerin baskı, şiddet ve ayrımcılıkla kuşatıldığını ileri sürmektedir. Bu yaklaşımla gündelik hayatta karşılaşılan geleneksel cinsiyet algısından farklı yönlere doğru gerçekleşen sapmalar, normal bir durum olarak yansıtılmaktadır. Şenel (2014), cinselliğin neslin devamı, kültür aktarımı görevi ile tanımlanan kadının hazlardan arındırılarak yalnızca anne olarak aile temelinde ele alınmasını eleştirerek bu durumun kadını seven kadınları bir yokluk perdesi arkasına attığını iddia ederek lezbiyen ve biseksüel kadınların aşk ilişkilerin doğal bir insan hakkı olduğuna dikkat çekmektedir. Bilimsel çalışmalar kanıt merkezli olarak yapılandırılır. Öznel düşünceler bilimsel bakış açısı ile örtüşemez. Bilimsel düşüncenin en önemli farkı nesnel düşünebilme becerisidir. Toplum hayatında etkili olan dini kuralların kabul edilmediği hedonist bir bakış açısıyla, hayata yön veren norm ve değerlerin ihmalinden doğan boşluğun nasıl doldurulacağı konusu üzerinde düşünmek gerekir.

Tarihi devirler içerisinde insanların yaşantısında özellikle cinsellikle ilgili önemli sapmalar hakkında görüş belirten “antropologlar ve tarihçiler, eşcinsellik ve biseksüelliğin yansımalarının dünya genelinde eski çağlardan bu yana var olduğu” iddiasında bulunarak insanların doğal olmayan cinsel güdülerle de hareket edebildiğini belirtmektedir (Davies & Sarıdoğan, 2012).” Bu iddiaya göre: “Bazı kültürlerde eşcinsellik doğal ve insan cinselliğinin normal bir varyasyonu olarak görülürken, diğer kültürlerde aynı cinsiyetten kişilerle cinsel ilişkiler desteklenmekte ya da bu kişilere yüksek statüler verilmektedir. Bazı kültürlerde ise eşcinseller halen yerilmekte ve kötü muamele görmektedirler (Davies & Sarıdoğan, 2012).” Bu ifadelerden de anlaşıldığı gibi dünya genelinde cinsiyet kimliği konusu, üzerinde bir insan hakkı arayışı bağlamında değerlendirilmeler yapıldığı görülmektedir. Ancak son yıllarda ABD ve İngiltere’de görülen eşcinsel evlilikler konusunda yapılan şu çarpıcı açıklama oluşan infialin boyutları konusunda bir fikir verebilir: “17 Mayıs 2004’de saat 09.00’da Amerika’nın Massachuset eyaleti nikâh dairesinde gay bir çifte “nikâh sertifikası” verilerek bu iki gay çiftin evlilikleri ilan edildi. Focus on Family Derneği’nin başkanı James Dobson, bu sertifika evliliğin ilanı sertifikası değil evliliğin idamının sertifikasıdır dedi” (Giddens, 2013).

Eşcinsellik hakkında dünyadaki gelişmeler ve Türkiye’deki yansımaları

Smith and King, 2009): akt Davies vd. (2012), yüz yıla yakın bir zamandan beri eşcinselliğin bir hastalık olarak kabul edildiğine dikkat çekerek 1973 yılında Amerikan Psikiyatri derneğinin homoseksüeliteyi cinsel bir hastalık kategorisi (DSM-III-Diagnostic and Statistical Manual III’) olmaktan çıkarmasının üzerinden yirmi yıl geçmesinin ardından Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından da bu karara uyulduğunu belirtmektedir. Başar, (2012), eşcinsellerde görülen psikolojik sorunların toplumsal baskı sonucunda yaşadıkları ayrımcılık ve dışlanmadan kaynaklanan olumsuz duygulardan kaynaklanan homofobiden kaynaklandığını ifade etmektedir. Davies vd. (2012), son otuz yıldır eşcincelliğe olumlayıcı olarak yaklaşan psikoterapi modellerinin gelişmelerin olduğuna dikkat çekmektedir. Başar, (2012), dünyadaki bu gelişmelere rağmen Türkiye’de karşı cinse yönelik bir cinsel yönelimin dışında bir cinsel yönelimin ruhsal bir bozukluk olup olmadığı konusunda tartışmaların devam ettiğini belirtmektedir.

Cinsiyet ve cinsel kimlik konusu

“Cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim birbirinden farklı olgulardır. Cinsiyet bireylerin biyolojik olarak dünyaya geldikleri ilk hallerine denir. Genellikle kadın ve erkek şeklinde olurken bazı durumlarda çift cinsiyet şeklinde de olabilir. Cinsel kimlik ise bireylerin kendilerini hissettikleri cinsiyet olarak tanımlanır…. Cinsel yönelimi farklı olan bireyler gay, lezbiyen, biseksüel olarak tanımlanmaktadırlar. Dünyada bu bireyler LGBTQ olarak tanımlanmaktadırlar (Set, Zeynep & Akyıldız, 2019).” Set, (2019)’a göre bu bireyler akrabaları ve yakın çevreleri tarafından bir zorbalık ve cinsel istismara uğramakta ve bu durum da bu bireylerin alkol, uyuşturucu, depresyon, stres ve travma bozukluğu, intihar gibi farklı psikolojik sorunlar yaşamalarına yol açmaktadır. Bu konuda Yardımcı, (2019)’tarafından yapılan bir araştırmada LGBT bireylerin ortalama yaşam tatmini puanlarının heteroseksüel bireylere göre daha düşük olarak tespit edilmiştir. Ayrıca ailesi tarafından cinsel yönelimi bilinen bireylerin depresyon oranlarının ailesi tarafından bilinmeyenlere göre daha düşük olduğu belirlenmiştir.

Türkiye’de cinsel kimlik ve cinsel yönelim algısındaki değişimin boyutları

Özellikle ABD’de başlayan ve Avrupa’ya ve Doğu Asya ülkelerine yayılan bu yeni cinsel kimlik tasarımı çabalarının yansımaları son yıllarda Türkiye’de de görülmeye başladı. Bu konuda 2010 yılında Avrupa Birliği’nin desteği ile yayınlanan Türkiye’de Cinsel Yönelim veya Cinsiyet Kimliği Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu, (Güner, Umut & Kalkan, Pelin & Öz Yasemin & Ceylan Elif, 2010) Türkiye’de bu konuda yeni bir farkındalık oluşmasına neden oldu. Üst perdeden konuşan, yürütme, yasama organlarına ve STK temsilcilerine adeta yönerge ve talimatlar veren bu cüretkâr raporun yayınlanması ile eş zamanlı olarak İstanbul Sözleşmesi’nin iktidar partisi tarafından kabul edilmesi raporun yaptığı etkiyi göstermesi bakımından oldukça manidardır.

İstanbul sözleşmesinin 4/3. Maddesi uyarınca taraf devletler cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi görüş, cinsel yönelim gibi hiçbir ayrımcılık yapmadan sözleşmede yer alan korumayı bütün bireylere sağlamakla yükümlüdür. Bakırcı’ya göre (2015), İstanbul sözleşmesinde LGBTİ bireylerden açıkça söz edilmese de onlar için de aynı korumanın kabul edilmesi gerektiğini iddia etmektedir” (Bakırcı, 2015).

Dursun’a göre (2020), İstanbul sözleşmesinin savunduğu ilkeler insanın doğasına ve fıtratına uygun olan İslam’ın temel değerleri ile çelişmekte, kadın ve erkek rollerini belirleyen dinin etkisinin ortadan kalkmasına yönelik maddeler ise din emniyetini, nikahsız yaşamayı teşvik etmekte ve nesil emniyetini zedeleyici hükümler içererek İslam Hukuku’nun temel ilkeleri ile çelişmektedir.

Türkiye’de Cinsel eğitimin önemi

Türkiye yüz yılı aşkın bir zamandan beri devam eden modernleşme ve batılılaşma çabalarına rağmen hala geleneksel motiflerini koruyan bir ülkedir. Bu geleneksel yapıdan kaynaklanan baskıcı tutumlar ailelerde mevcut olan farklı cinsel yönelimlerin baskılanmasına yol açabilir. Nitekim bu konuda yapılan bir araştırma önemli verileri sunmaktadır. Kıraç (2014) tarafından yapılan araştırma ülkemizde yaşayan Müslüman eşcinsel bireylerin yaşadıkları çelişkileri yansıtması açısından dikkate değer kabul edilebilir. Üye olmanın ücretli olduğu bir sosyal medya platformuna kayıtlı ve Türkiye’de yaşayan üç yüz seksen iki gay ve biseksüel erkek bireyin katıldığı bu çalışmada elde edilen veriler Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı bağlamında analiz edilmiş ve eşcinselliğini kabul eden bireylerin dindarlık oranları düşük çıkarken hayatın anlamı puanları yüksek çıkmış, fakat eşcinselliği kabul etmeyen bireylerin dindarlık oranları yüksek çıkarken hayatın anlamı puanları düşük çıkmıştır.

Şah tarafından (2011) yapılan bir araştırmada ise Türkiye’deki gençlerin cinsel yönelim, heteroseksüellik, eşcinsellik, biseksüellik ve transseksüelliğe ilişkin sosyal temsilleri arkadaşlarıyla paylaştıklarını ortaya koymuştur. Şah (2012) tarafından yapılan benzer bir çalışmada da sözü edilen cinsel yönelime sahip kişilerle olan yüksek tanışıklık düzeylerinin bireylerin daha olumlu tanımlamalarıyla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.

Bu açıklamalar ışığında Gölbaş’na göre (2003) çocukların ve gençlerin cinsel sağlığını korumak ve geliştirmek, cinsel yönelim ve cinsel sağlık, cinsel davranış, üreme sağlığı, cinsiyet sağlığı gibi konuları sağlıklı bir şekilde öğrenmek için ailelerde ve eğitim kurumlarında sağlıklı bir cinsel eğitim programının uygulanması gerektiği belirtilmektedir.

Cesur vd.’tarafından (2010) yapılan bir araştırmada çocukların ahlaki gelişimleri ile anne-baba tutumları arasında yakın ilişki olduğu ve ebeveynlerin erkek ve kız çocuklarının eğitiminde farklı tutumlar sergiledikleri belirlenmiştir.

Çetin vd.’tarafından (2008) gençlerin 8 yıl gözlendiği boylamsal bir çalışmada gençlerin cinsel bilgileri aileden ve porgnografik filmlerden öğrenmesinde artma olmuştur. Gençlerin sağlıklı cinsel eğitimi ailelerinden, ilköğretim eğitiminden itibaren okuldan ve uygun akran gruplarından almasının önemi vurgulanmıştır. Aslan, (2013) tarafından sosyal psikolojinin temel ilgi alanlarından biri olan kimlik konusunun gençlerde ergenlik döneminden itibaren son derece önemli olduğu ve özellikle ergenlik döneminde kim olduğunu soran ve çevresiyle kıyaslayan gençler için uygun sosyal gruplarla özdeşleşmelerinin öneminin altı çizilmiştir. Kimlik konusu içerisinde cinsel kimlik konusu ayrı bir önem taşımaktadır. “Cinsiyet kimliği ile ilgili tanımlamalarda, bireyin en az damgalanmasına neden olacak şekilde değişiklikler yapılmaya çalışılmaktadır. (Başar, 2012).“ Özkan vd. tarafından (2020) yapılan çalışma cinsel sağlık eğitimi alan öğrencilerin cinsel sağlık bilgi düzeylerinin yüksek olarak belirlendiği ve bu eğitimlerin toplum sağlığı ve refahının artmasına olumlu katkı sağlayacağını ortaya konulmuştur.

Yücesan vd. tarafından (2018), çocukluk döneminden itibaren verilecek olan sağlıklı bir cinsel eğitim programı çocukların ve gençlerin fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimlerini daha sağlıklı tamamlayacağı belirtilmektedir. Ayrıca MEB bünyesinde cinsel eğitimle ilgili bir müfredatın geliştirilmediğinden bahisle bu konu hakkında çalışma yapılmasını önemine dikkat çekilmektedir. Okullarda cinsel eğitimle ilgili hemşirelerin danışman ve lider rolü üstlenebileceğini ve bu amaçla okullarda görevlendirilmesinin önemine vurgu yapılmıştır. Cinsel eğitimin çocukların ve gençlerin inanç ve değer sistemlerini geliştirmeleri açısından önemine vurgu yapılmıştır. Gürsoy, (2018), cinsellik bireyin cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve toplumsal rolleri ile değer ve tutumları ve cinsel kimliği ile erotizm, cinsel yönelim ve sevgiyi içerdiğine dikkat çekerek sağlıklı cinsel bir eğitimin okullarda verilmesinin önemi vurgulanmaktadır. Bu cümleden olmak üzere “ülkemizde özellikle LGBT çocuk ve ergenlerin iyilik hallerini ve okullarda yaşadıkları zorlukları kapsayan çok az çalışmaya ulaşılmıştır. Bu alana yönelik çalışmaların yapılması ve özellikle LGBT bireylerin maruz kaldığı kötü muameleyi önlemeye yönelik uygulamaların araştırılmasına ihtiyaç olduğu” ifade edilmektedir” (Mahperi Uluyol, 2016).

Sonuç ve değerlendirme

Yaşadığımız dijital çağda dünyadaki gelişmeler diğer toplumları daha hızlı etkiliyor. Cinsellik konusundaki gelişmeler de diğer ülkeleri etkilediği gibi ülkemizi de yakından ilgilendirmektedir. Post modernizmin kural ve kanunlardan bağımsız ve çok seçenekli dünyasında gençlerin cinsellik hakkındaki kabullerinin ve değer yargılarının da değişmemesi beklenemezdi. Bu nedenle geleneksel bir toplum yapısından hızla evrilen ülkemizde gençler internet teknolojilerinin sunduğu etkilere daha açık hale gelmiştir. Ebeveynler ve eğitimciler cinsiyet eğitimi ve cinsel kimlik gelişimi hakkında daha fazla sorumluluk almaları gerektiğinin farkına varmalıdır. Baskıcı, reddedici, dışlayıcı, yaftalayıcı bir dil kullanmak yerine henüz çocukluk döneminden itibaren sağlıklı cinsel eğitim vermenin çocukları yakından tanımanın yolları aranmalıdır. Anne-baba tutumlarının çocuk eğitiminde belirleyici bir unsur olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Özellikle cinsel yönelim ve farklı cinsel kimlikleri tanımlama noktasında belirleyici faktörler bilim ve din kurumudur. Toplumun dindarlık algısındaki değişimlerin cinsel kimlik algısı üzerindeki etkisi yapılacak yeni bilimsel çalışmalarda incelenmelidir. Bu değişimler nedeniyle dindarlıktan hızla uzaklaşma eğilimleri şayet bilimsel olarak ölçülebilirse bu durum geleneğin de zayıfladığının bir işareti olarak kabul edilebilir. Bu takdirde sapkın cinsel eğilimlerin önüne geçmek için başka çareler aramak zorunda kalınabilir. Özgürlükler bağlamında insanlara zorlama yapma yetkisi kanunen hiç kimsede olmadığına göre, cinsellik konusundaki farklı anlayış ve kabulleri bilimsel çerçevede ve eğitimle çözmekten başka bir seçenek de kalmamaktadır. Çünkü bu ülkede yaşayan LGBT’li bireyler bu ülkede yaşayan anne ve babaların çocukları değil midir? Bu nedenle devlet kurumlarına, kanun yapıcılara, üniversitelere, eğitimcilere ve STK temsilcilerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Reddetmek, dışlamak, şiddet uygulamak sorunu çözmenin doğru yolu değildir.

KAYNAKLAR

Aslan, S. (2013). Toplumsal gruplara üye olan ve olmayan gençlerde kimlik yönelimi, toplumsal karşılaştırma, arkadaşlara bağlılık ve grupla bütünleşme [Ankara Üniversitesi]. ttps://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/35084/TEZ.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Bakırcı, K. (2015). İstanbul sözleşmesi. Ankara Barosu Dergisi, 4, 133–204. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/398473

Başar, K. (2012). Cinsel Yönelim, Cinsiyet Kimliği ve Psikiyatrik Sınıflandırma. Türk Psikiyatri Dergisi, 23(3). https://www.researchgate.net/profile/Koray_Basar/publication/298411661_Sexual_Orientation_Gender_Identity_and_Psychiatric_Classification_Forewords/links/5aa78d67a6fdcccdc46ac51d/Sexual-Orientation-Gender-Identity-and-Psychiatric-Classification-Forewords

Cesur, Sevim & Künyel, N. Ö. (2010). Ebeveyn Tutumları Ve Gençlerin Ahlaki Muhakeme Ve Ahlaki Yönelimleri Arasındaki İlişkiler. Psikoloji Çalışmaları, 29, 65–91. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/99935

Çetin, S. K. & Bildik, T.& Erermis, S.& Demiral, N.& Özbaran, B.& Tamar, M., & Aydin, C. (2008). Erkek Ergenlerde Cinsel Davranış ve Cinsel Bilgi Kaynakları: Sekiz Yıl Arayla Değerlendirme. Turk Psikiyatri Dergisi, 19(4), 390–397. http://www.turkpsikiyatri.com/C19S4/390-397.pdf?ref=sexshop06.net

Davies, D., & Sarıdoğan, Ç. G. E. (2012). Pink Therapy-Cinsel Yönelim. http://www.pinktherapy.com/portals/0/Downloadables/Translations/TUR_SexualOrientation.pdf

Dursun, A. (2020). İstanbul Sözleşmesi’nin İslâm Hukukuna Göre Değerlendirilmesi. Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10(19), 41–68. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1375617

Giddens, A. (2013). Sosyoloji. Kırmızı.

Gölbaşı, Z. (2003). Sağlıklı gençlik ve toplum için bir adım: cinsel sağlık eğitimi. Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi, 6(6), 1303–0256. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/198172

Güner, Umut & Kalkan, Pelin & Öz Yasemin & Ceylan Elif, Ö. & F. S. (2011). Türkiye’de Cinsel Yönelim Veya Cinsiyet Kimliği Temelinde Ayrımcılığın İzlenmesi Raporu.

Gürsoy, F. Z. & E. (2018). Neden Cinsel Sağlık Eğitimi? Düzce Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 8(1), 29–33. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/451039

Kıraç, F. (2014). Dindar eşcinsel bireyin manevi ve cinsel kimlik ikilemi: Müslüman gay ve biseksüel erkek örneklem. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 7(35), 464–473. http://acikerisim.artuklu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12514/335/manevi cinsel kimlik.pdf?sequence=1&isAllowed=y

Mahperi Uluyol, F. (2016). Cinsiyet kimliği ve cinsel yönelime bağlı zorbalığa maruz kalma, sosyal destek ve psikolojik iyilik hali arasındaki ilişki. Klinik Psikiyatri Dergisi, 19(2), 87–96. https://doi.org/10.5505/kpd.2016.77487

Özkan, Haavva, Üsttaşğın & Apay, S. E. Z. D. Ü. S. E. A. (2020). Cinsellikle İlgili Eğitim Alan Ve Almayan Öğrencilerin Cinsel Sağlık Bilgi Düzeylerinin Karşılaştırılması. Ebelik Ve Sağlık Bilimleri, 3(1), 11–21. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1038094

Şah, U. (2012). Eşcinselliğe, biseksüelliğe ve transseksüelliğe ilişkin tanımlamaların homofobi ve LGBT bireylerle tanışıklık düzeyi ile ilişkisi. Psikoloji Çalışmaları, 33(2), 23–48. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/404914

Şenel, B. (2014). Cinsel yönelim ayrımcılığının gündelik hayat yansımaları. [Hacettepe Üniversitesi]. http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/handle/11655/1529

Set, Zeynep & Akyıldız, A. (2019). Bireylerde Cinsel İstismar. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Dergisi. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Dergisi (IBAD), 296–306. https://doi.org/10.21733/ibad.584700

Yardımcı, E. (2019). Son ergenlik dönemindeki bireylerde cinsel yönelim ve yaşam tatmini arasındaki ilişkide depresyonun aracı etkisi [Işık Üniversitesi]. https://acikerisim.isikun.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11729/2179/10255563.pdf?sequence=4&isAllowed=y

Yücesan, A., & Alkaya, S. A. (2018). Okullarda göz ardı edilen bir konu: cinsel sağlık eğitimi. SDÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 25(2), 200-209. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/386922

Z Kuşağı ile Hassas İletişim Nasıl Kurulur?

Dr. Nadir Çomak

İnsanların birbiri ile kurduğu karşılıklı etkileşime iletişim denir. İletişim kurmak için öncelikle bir ileti gönderilmelidir. Gönderilen iletiyi alacak bir alıcının bulunması iletişimin kurulması için gereklidir. İletişimin başarısı iki kişi arasında devam eden ileti gönderme döngüsü sonucunda gerçekleşen anlaşma ile ölçülür. Anlaşma varsa iletişim başarılıdır demektir. Gönderilen iletiler sözlü veya sözsüz olabilir. Sözlü iletişim kelimelerle olabileceği gibi sesli işaretlerle de olabilir. Yani ıslık çalarak ya da seslenerek de insanlarla iletişim kurmak mümkündür. Önemli olan gönderilen iletinin anlaşılması ve geri bildirimde bulunularak anlaşıldığının söylenmesidir. Sözsüz iletişim yazı ile veya beden dili ile verilecek mesajlarla kurulur. İşaretler, jest ve mimiklerle de mesaj gönderilebilir. İletimin kalitesi gönderilen iletinin kalitesine bağlıdır. Mesaj ne kadar açık, net ve anlaşılır olursa insanlar gönderilen mesajı o kadar doğru anlar. Yeni doğan bir çocuktan yaşlı bir insana kadar her insan çevresine iletişim sinyalleri gönderir.

İnsan hayatının her döneminin kendisine has iletişim özellikleri vardır. Çocuklarla iletişim, gençlerle iletişim, hastalarla iletişim, ihtiyarlarla kurulacak iletişim kendine özgü birtakım hassasiyetler gerektirir. İletişimin kalitesi gönderilen iletinin parazitsiz ve net bir şekilde gönderilmesi ve net bir şekilde anlaşılmasına bağlıdır. Başarılı bir iletişimde insanın zihinsel ve duygusal özelliklerine hitap edilmelidir. İnsanların kişilik ve karakter özellikleri, yaşadıkları çevre, kültürel özellikleri, yaş durumu, sağlık durumu ve içinde bulundukları yaş dönemi iletişimin niteliğini etkileyen faktörlerdendir.

İletişim kurmak için kullanılan teknik araçlara iletişim teknolojileri adı verilir. Eskiden duman ve güvercin ile iletişimi kurulurken matbaanın icadıyla kitap ve gazeteler iletişim aracı olarak işlev görürken daha sonra telsiz, telgraf ve radyo, televizyon ve telefon iletişim aracı olarak kullanılmıştır. Bugün ise internet teknolojisinin sunduğu imkanlar sayesinde akıllı telefonlar ve bilgisayarlar ile çok daha hızlı iletişim kurmak mümkün olmaktadır. (Karahi̇sar, 2013), sosyologların X, Y ve Z kuşaklarına göre sınıflandırdığına dikkat çekerek günümüzde gençlerin internet sayesinde hızlı ve acele bir şekilde ve Türkçe yazım kurallarına da çok uymadan ve çoğunlukla İngilizcenin yaygın kullanımının etkisinde kalarak iletişim kurduklarından bahisle Türkçe’nin maruz kaldığı olumsuz etkilere vurgu yapmaktadır. Böylece hız ve acelecilik, gençlerin yetişkinlerle sağlıklı iletişim kurmalarında bir iletişim engeli olarak kabul edilebilir.

Yaşadığımız dijital çağda yeni teknolojilerden bahsedilirken insanların iletişim alışkanlıkları da hızla değişmektedir. Z kuşağı gençlerin iletişiminde iletişim teknolojileri son derece önemli bir yer tutmaktadır. Gençler yaşlı nüfusa göre iletişim teknolojilerini ve sosyal medya araçlarını daha ustalıkla kullanmaktadır. Bu araçlarla eski kuşaklara göre daha geniş bir yelpazede farklı insanlarla kolaylıkla iletişim kuruyorlar. İletişim teknolojileri ve internet sayesinde farklı dillerde iletişim kurmak da son derece kolaylaştığı için sınırların ortadan kalktığı bir dünyada zengin bir iletişim kurma fırsatlarına kavuşuyorlar. Bu zenginlik ve iletişim fırsatları gençlerin kendi sanal dünyalarını kurmalarına yol açıyor. Bu yeni sanal dünyaya girmek için de gençlerin geliştirdiği kendine has iletişim kodlarından oluşan dili kullanmak gerekiyor.

(Tuncer, 2016) Z kuşağı gençlerin ortalama 7 saat civarında internet ortamlarında oyun oynayarak zaman geçirdiğine dikkat çekmekte ve internette fazla vakit geçiren gençlerin öz güvenlerinin arttığına, sosyalleşme becerilerinin geliştiği, yardımlaşama becerilerinin geliştiği gibi olumlu bulgulara ulaşıldığını ve sosyal medyada az vakit geçiren gençlerin asosyal olarak nitelendirildiklerini belirtmektedir. Bu bilgiler ışığında çocukların ve gençlerin elinden telefonlarını alamayan ebeveyn ve yetişkinlerin bu gençlerle internet yoluyla iletişim kurmasından başka bir seçenek kalmamaktadır. Zira telefonu ile günde en az 7 saat zaman geçiren bir genç ile geleneksel iletişim kanallarını kullanarak iletişim kurmak son derece güçleşmektedir. İnternet teknolojilerini, akıllı telefonları ve sosyal medya mecralarını kullanma konusunda yetersiz olan yetişkinlerin asosyal olarak nitelenmesi ve iletişim kanallarının tıkanması da önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorunlar gençlerle ebeveynler ve eğitimciler arasında yeni iletişim çatışmalarının yaşanmasına yol açmaktadır.

İletişimin genel geçer kuralları Z kuşağı gençler için de aynı kuralları içinde barındırıyor. Her insanın önemli ve değerli olmak ihtiyacı hissettiği gibi gençler de önemli ve değerli olduklarını hissetmek istiyor. Gençlerle iletişimde öncelikle onları birer insan olarak saygı ve sevgi ile kabul etmek gerekiyor. Eleştirmeden, yargılamadan, ötekileştirmeden, değiştirmeye çalışmadan kabul etmek gerekiyor. Günümüzün gençleri radikal ve fanatik tavırlardan hoşlanmıyor. Sevgi merkezli olarak eşitlik ve özgürlük çerçevesinden rahat bir iletişim kurmayı tercih ediyorlar. Gençler; değerlerin, normların, inançların ve kararların dayatılmasından asla hoşlanmıyorlar. Aslında hiçbir insan dayatmalardan hoşlanmaz fakat sessiz kalabilir. Günümüz gençleri dayatmalara karşı önlerindeki zengin iletişim fırsatlarını kullanarak kolaylıkla farklı kanallardan tepki gösterebiliyorlar. Bu noktada çözüm modelleme dediğimiz örnek olmaktan geçiyor. (Fabbri-Destro and Rizzolatti, 2008’den akt.  (Kalat, 2009),  ayna nöronların duygusal özelliklerin, yüz ifadelerinin, dil becerilerinin modellemesindeki öneminden bahsederek empatinin temellerinin ayna nöronların işlevinden kaynaklandığını belirtmektedir. Ayna nöronlar ilk olarak maymunlar üzerinde yapılan deneylerle keşfedildi. İnsanlarda da aynı mekanizmanın çalıştığı görüldü. Taklit ederek öğrenmedeki önemi anlaşıldı. Motor ve dil becerileri ile özellikle empati, sempati ve diğer duygusal ifadelerin öğrenilmesindeki öneminin farkına varıldı (Kalat, 2009). Üstün Dökmen ’de İletişim Çatışmaları ve Empati isimli kitabında iletişim çatışmalarına girmeden sağlıklı bir iletişim kurmanın ilkelerine dikkat çekilmektedir (Dökmen, 2001).

Thomas Gordon, Etkili Öğretmenlik Teknikleri ve Etkili Ana-Baba Eğitimi ve Etkili Liderlik Eğitimi kitaplarında gençlerle iletişim kurmanın 12 engelinden bahsediyor. Bu engeller gençlik dönemini yaşayan bütün insanların istediği ilkeler aslında. Gençlerin kabul etmediği ve direndiği ve bu iletişim kalıplarını kullanan kişilerden gençleri uzaklaştıran 12 iletişim engeli şunlardır:

1-Emir vermek, yönlendirmek.

2- Uyarmak gözdağı vermek.

3-Ahlak dersi vermek.

4-Öğüt vermek, çözüm ve öneri getirmek.

5-Öğretmek, nutuk çekmek, mantıklı düşünceler önermek.

6-Yargılamak, eleştirmek, suçlamak, aynı düşüncede olmamak.

7- Ad takmak, alay etmek, yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak.

8-Övmek, aynı düşüncede olmak, sürekli olumlu değerlendirme yapmak.

9-Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak. 

10-Soru sormak, sınamak, çapraz sorguya çekmek.

11-Sözünden dönmek, oyalamak.

12- Alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak (Gordon, 2002).

Gordon gençlerle etkili iletişim kurmanın anahtarı olarak etkili dinleme becerisini uygulamanın önemine özellikle vurgu yapıyor. Etkili dinlemenin önemi S “Etkili Ailelerin 7 Alışkanlığı” isimli kitapta 5. Alışkanlık olarak; önce anlamaya çalış, sonra anlaşılmayı bekle, tavsiyesinde bulunarak empatik iletişimin önemine ve etkili dinlemenin iyileştirici gücünün altını çizmektedir (Stephane R. Covey, 1997). Gordon ve Covey tarafından yazılan bu iki kitap gençlerle iletişim kurmakta zorlanan yetişkinler için yararlı ipuçlarını sunmaktadır.

Sonuç:

Z kuşağının temsilcisi olan gençlerle etkili iletişim kurabilmek için 4. Endüstri devrimi ya da dijital çağ olarak da adlandırılan yaşadığımız Post modern çağın getirdiği yeni anlayış ve yaklaşımları yakından tanımak yararlı olabilir.

Kuralların ve kurumların önemini yitirdiği, tek doğrulu inançların ve değerlerin tartışılır hale geldiği, seçeneklerin çoğaldığı ve tel örgülü sınırların ortadan kalktığı, bulut teknolojilerinin kullanıldığı, internet çağında gençlerle iletişim kurmanın alışılmadık ve yeni iletişim kalıplarını içerdiği konusunda farkındalık geliştirilmesi yararlı olabilir.

Kendini yenilemeden, esnek ve anlayışlı olmadan, kendi kişisel gelişimine yatırım yapmadan Z kuşağı ile iletişim kurmanın kendi içinde güçlükler barındırabileceği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

Z kuşağı gençlerle iletişim kurmak için öncelikle yetişkinlerin yenilenmesi, gelişmesi, esnek bir iletişim dili kullanması ve hızlanması gerektiği konusunda gayretler artırılabilir.

Hız çağında sabırsızlaşan gençlerle iletişim kurmak, sabırsız yetişkinlerin zorlanabileceği bir iletişim sürecini başlatabilir.

Dijital çağda, dijital gençlerle, dijital hızda bir iletişim kurabilmemiz temennisiyle sağlıklı ve mutlu günler dilerim.

KAYNAKLAR

Dökmen, Ü. (2001). İletişim Çatışmaları ve Empati (1st ed.). Sistem Yayıncılık.

Gordon, T. (2002). Etkili Öğretmenlik Teknikleri E. Ö. E. T. (13th ed.). Sistem Yayıncılık.

Kalat, J. W. (2009). Biological Psychology (J. Potter (ed.); 10th ed.). Wadsworth.

Karahi̇sar, T. (2013). Dijital Nesil, Dijital İletişim ve Dijitalleşen Türkçe . AJIT-e: Bilişim Teknolojileri Online Dergisi, 4(12), 71–83. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1114387

Stephane R. Covey. (1997). Etkili Ailelerin 7 Alışkanlığı (1 (ed.)). Beyaz Yayınları.

Tuncer, M. U. (2016). Ağ Toplumunun Çocukları: Z Kuşağının Kişilerarası İletişim Becerilerinin Çok Boyutlu Analizi. Atatürk İletişim Dergisi, 10, 33-46. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/397935

“Z” Kuşağı Gençler 2023 Seçim Sonuçlarını Nasıl Etkileyecek?

Dr. Nadir Çomak

İnsan, hayatı boyunca belirli yaşam devrelerinden geçer. Doğumla başlayan hayat yolculuğu erken çocukluk döneminde hayata dair önemli şemaların ve şifrelerin öğrenildiği dönemdir. Çocukluk dönemi ön ergenlik döneminden sonra gençlik yıllarının başladığı ergenlik dönemiyle devam eder. Gençlik dönemi, nüfus çalışmalarında 18-25 yaş aralığındaki hayat süresine karşılık gelen bir dönemdir.

2019 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun %15,6’sı genç nüfustan oluşmaktadır. Bir ülkenin huzur ve refahının sağlanmasında gençlerin katkısının çok önemli olduğunu söylemeye gerek yoktur. Bu nedenle gençlerin yetişkinler tarafından anlaşılması ve gençlik enerjilerinin olumlu işlere yönlendirilebilmesi büyük önem arz etmektedir. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)’nin 2019 yılı verilerine göre 1997-2012 yılları arasında doğan toplam nüfus yaklaşık 20,6 milyon, 2019 yılında bu nüfusun yaklaşık 13,9 milyonu 7 ila 17 yaş arasında, 6,7 milyonu ise 18 ila 22 yaş arasındaydı. Bununla birlikte 2020 yılı itibarıyla 18 yaşını dolduracak kişi sayısı ise yaklaşık 1 milyon 228 bindi. Bunlara ek olarak 2019 yılı verilerine göre X kuşağının toplam nüfusu 16,2 milyon, Y kuşağının toplam nüfusu ise yaklaşık 21,9 milyon kişiden oluşuyordu (https://www.dogrulukpayi.com/bulten/z-kusaginin-oy-potansiyeli).

(Adıgüzel, O , Batur, H , Ekşi̇li̇, 2014), yaş gruplarına göre aynı tarihsel dönemde yaşayan insanların oluşturduğu nüfus kitlelerine kuşak adı verildiğini belirterek bu kuşakların “geleneksel kuşak, bebek patlaması kuşağı, X, Y ve Z” kuşakları olarak sınıflandırıldığını belirtmektedir. (Gürbüz, 2015) tarafından yapılan bir araştırmada bebek patlaması kuşağı, “X” ve “Y” kuşakları hakkında yapılan çalışmalara göre bu tanımlamaların ABD kaynaklı olduğu değerlendirilmesinde bulunularak, ABD kökenli kuşak sınıflandırmasının, Türkiye bağlamında geçerliliğinin kuşkulu olduğu sonucuna varıldığı iddia edilmektedir. Bu değerlendirmeye rağmen dünyanın hızla yaşadığı internet çağında sosyal medyanın etkisiyle dünya genelinde insanların birbirinden eskiden olduğundan daha fazla ve daha çabuk etkilendiğini göstermektedir. Farklı kuşakların davranış ve karakter özellikleri bakımından göstermiş olduğu farklı tutum ve davranışların varlığı bilimsel çalışmalara ihtiyaç bırakmayacak kadar aşikardır.

2000-2020 yılları arasında dünyaya geldiği kabul edilen “Z” kuşağına internet kuşağı ve “Kristal Nesil” da denilmekte olup Türkiye nüfusunun %’de 17’sine karşılık geldiği ve iş yaşamına tamamen girmemiş oldukları için bu kuşak hakkında literatürde yeterli çalışma bulunmadığı (Kuran, 2010’dan, Mengi, 2009, (www.dijitalajanslar.com)’dan akt. (Adıgüzel, O , Batur, H , Ekşi̇li̇, 2014) belirtilmektedir.

Geleneksel kuşak olarak nitelenen büyük dedelerimizden sonra 2. Dünya savaşının kıtlık yıllarının ardından gelen bebek patlaması kuşağı ve peşinden gelen “X” ve “Y” kuşağı bugün “Z” kuşağı ile birlikte yaşamaya devam ediyor. Kuşaklar tarihsel olarak geriye doğru gittikçe “Z” kuşağı ile anlaşmalarında birtakım sıkıntılar yaşanabiliyor. (Erten, 2019) tarafından Z kuşağının özellikleri hakkında yapılan çalışmada bu kuşaktaki gençlerin, genellikle akıllı telefon, tablet ve dizüstü bilgisayar kullandıklarını belirtmişlerdir. Gençlerin bu araçlarla müzik dinlemek, video filmi izlemek internette ve özellikle sosyal ağlarda gezinmek gibi etkinliklerle uğraştıkları belirtilmiş olup, teknolojik araçların olumlu bir amaç için kullanılmadığı zaman olumsuz ektilere ve teknoloji bağımlılığına yol açabileceğini belirtmektedir. Erten, aynı çalışmanın sonuç ve değerlendirme kısmında, “hayatımızda etkili ve aktif rol alan dijital teknolojilere yönelik gençlerin tutumları, ülkelerin geleceğini belirlemede etkili olacağını belirterek, Dijital teknolojilerin etkin kullanımı ile politik, siyasi, eğitim, ticari anlamda olumlu değişimler gerçekleşecek ve küresel platformda da söz sahibi olunabileceğine” vurgu yapmaktadır (Erten, 2019).

2023 yılında yaklaşık olarak 5 ile 7 milyon arasındaki “Z” kuşağındaki gencin seçmen yaşını doldurarak oyu kullanacağı hesaplanmaktadır. Buna dayanarak, Türkiye’nin 2023 seçimlerini gençlerin belirleyeceği öngörülebilir. Gezici Araştırma Merkezi Başkanı, gençlerin yüzde 87,5’inin anne ve babalarının kendi oy tercihlerini etkileyemeyeceğini ifade ettiğini ileri sürmektedir. Gençlerin sosyal medya tercihlerine de dikkat çeken Gezici, yüzde 76 gibi ezici bir çoğunluğun tercihini Instagram’dan yaptığını, yüzde 28’inin YouTube kullanırken, Twitter kullanma oranının ise yüzde 37’ye düştüğünü belirtmektedir (https://www.dw.com/tr). 

Geleceğin şekillenmesinde “Z” kuşağı gençlerin derin bir etkisinin olacağı öngörülürken yetişkinlerin gençleri daha iyi anlamak için çok daha dikkatli iletişim becerileri ve farklı iletişim teknikleri kullanmaları gerektiği bütün yalınlığı ile görülmektedir.

Gençleri anlamayanlar her açıdan kaybetmeye mahkumdur. İster aile içi iletişimde ister eğitim kurumlarında isterse siyaset ve iş dünyasında olsun “Z” kuşağı gençleri anlamak daha da büyük bir önem arz etmektedir.

KAYNAKLAR

Adıgüzel, O , Batur, H , Ekşi̇li̇, N. . (2014). Kuşakların Değişen Yüzü Vey Kuşağı İle Ortaya Çıkan Yeni Çalışma Tarzı: Mobil Yakalılar. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19, 165–182.

Erten, P. . (2019). Z Kuşağının Dijital Teknolojiye Yönelik Tutumları . Gümüşhane Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Elektronik Dergisi, 10(1), 190–202.

Gürbüz, S. (2015). Kuşak farklılıkları:Mit mi, gerçek mi? İş ve İnsan Dergisi, 2(1), 39–57.

İNTERNET KAYNAKLARI

https://www.dogrulukpayi.com/

https://www.dw.com/tr

https://data.tuik.gov.tr/

Pandemi Süreci Aileleri Nasıl Etkiledi?

Giriş:

SARS-CoV-2 olarak adlandırılan covid-19 virüsü dünyada ilk olarak 1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti konumundaki Wuhan’da ortaya çıktı. 10.01.2021 tarihi itibariyle dünya genelinde vaka sayısı 89,6 milyon, ölüm sayısı 1,93 milyona ulaştı. Türkiye’de ise aynı tarih itibariyle vaka sayısı 2, 32 milyon, ölüm sayısı 22.631’e ulaştı[1]. Temel’e göre[2], çok korkulan HIV enfeksiyonu nedeniyle ölümler 1981’en bugüne kadar 30 milyonu bulurken, tek başına 1918 İspanyol gribi pandemisi bir yıldan kısa bir sürede 50 milyondan fazla insanın ölümüne neden olmuştur. Ülkemizde 11-12 Nisan 2020, tarihlerinde 2000 yılındaki nüfus sayımındaki sokağa çıkma yasağından sonra ilk defa uzun süreli bir sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ülkemizde yaklaşık olarak sekiz aylık dönemden beri aralıklarla devam eden sokağa çıkma yasakları nedeniyle insanlar sosyal hareketliliğini azaltarak çoğunlukla evde kalmaya başladı. Peki, pandemi sürecinde yaşanan sokağa çıkma yasakları acaba ailelerin tutum ve davranışlarını nasıl etkiledi? Bu araştırma yaşadığımız zorlu sürecin aileler üzerindeki etkisini anlamak ve değerlendirmek için yapılmıştır.

Katılımcılar ve yöntem:

Bu araştırmada nitel analiz yöntemleri kullanılmıştır. Katılımcıların düşüncelerini serbest bir şekilde ifade edebilmeleri için açık uçlu sorular sorularak veri analizi yapılmıştır. Araştırmanın evrenini ve örneklemi Türkiye genelindeki internete erişimi olan aileler arasından rastlantısal olarak seçilmiştir. Anket formu “Google documents” üzerinden uygulanmıştır. Ankete açık erişimin mümkün olması nedeniyle katılımcılar rastlantısal olarak belirlenmiştir. 20.12.2020-06.01.2021 tarihleri arasında erişim sağlayan katılımcıların doldurduğu formlar değerlendirilerek analiz edilmiştir. 140 katılımcının %77,5’i kadınlardan %22,5’i erkeklerden oluşmaktadır. Katılımcıların meslek gruplarına göre dağımı toplumun yapısını yansıtacak biçimde farklılık ve çeşitlilik göstermektedir. Ailelerin ekonomik durumuna göre dağılımı incelendiğinde, %19,5’inin 2000-3000TL, %38,2’sinin 3000-5000TL, %33,3’ünün 5000-10000TL, %8,2’sinin 10000+TL ve üzeri bir gelire sahip olduğu görülmektedir. Ailelerin %92’7’inde anne ve baba birlikte yaşarken, %7,3’ünde anne ve babanın ayrı olarak yaşadığı belirtilmiştir. Katılımcılar %90 oranında çocuk sahibi olan çekirdek ailelerden oluşmakta olup az sayıda geniş aile üyelerinden çocuk bakımı konusunda destek alan (%10 nispetinde) aileler bulunmaktadır. Katılımcı ailelerin çocuklarının %8’i okul öncesi, %39,2’si ilkokul, %27,2’si ortaokul, %12’lise, %14,6’sı üniversite eğitimine devam etmektedir. Çocukların bakımıyla %50 oranında anneler ilgilenirken anne ve babanın birlikte çocuk bakımını üstlendiği ailelerin oranı %20 civarındadır. Geriye kalan %30 oranını aileye sosyal destek veren akrabalardan oluştuğu görülmektedir.[1]

Bulgular:

Anket sonuçlarının frekans dağılımı Tablo-1’de görülmektedir. Bu verilerin analiz edilmesi sonucunda, katılımcıların %90’ı pandemi sürecinin üzerlerinde bıraktığı olumsuz etkileri, bıkkınlık duygusu ve stres ile birlikte maddi ve psikososyal zorluklar olarak tanımlamaktadır. Bu sürecinin anneleri mi yoksa babaları mı daha fazla etkilediği sorusuna cevap olarak, katılımcıların %35’i babaları daha olumsuz etkiledi cevabını verirken, katılımcıların %65’i annelerin bu süreçten daha olumsuz etkilendiğini ve daha çok yıprandığını belirtti.  Evde kalma sürecinin çocukları nasıl etkilediği sorusuna karşılık %60 oranında olumsuz etkiledi, cevabına ulaşıldı. Çocuklar üzerindeki bu etkilerin, stres ve uyku bozukluğu, agresif tutumlar ve bilgisayar bağımlılığı olarak ifade edildiği görüldü. Çocukların bu dönemde olumsuz duygu değişimi yaşadıklarının ağırlıklı olarak belirtilmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir sonuçtur. Uzaktan eğitim sürecinin etkilerini değerlendirirken %45 oranında olumsuz etkilere dikkat çekildi. Bu süreçte ailelerin iletişimlerinin %80 oranında olumsuz etkilendiğinin belirtilmesi titizlikle incelenmesi gereken bir sonuçtur. “Çocukların ders verimliliğinin artması için neler yapılmalıdır” sorusuna %40 oranında “yüz yüze eğitime geçilmelidir” cevabı verilirken, %30 oranında “etkili ders anlatma teknikleri uygulanmalıdır” ve %30 oranında “öğretmen öğrencileri motive etmelidir” cevaplarının verilmesi üzerinde, özellikle eğitimciler tarafından değerlendirmeler yapılarak çıkarımlarda bulunulması gerektiği düşünülebilir. Yüz yüze eğitime geçilme talebi, hem olumsuz etkilerden ötürü çocukların bakımıyla uğraşmaktan doğan bıkkınlıktan hem de çocukların akademik başarılarının düşmesinden ve bu sürecin çocuklar üzerinde bıraktığı psikolojik, sosyal, psikomotor becerilerin gelişimi, alışkanlıkların değişimi gibi göstergelerden kaynaklanmış olabilir.

Ailelerin yaşadığı güçlüklerin sorulduğu sorulara verilen cevaplarda geçim sıkıntısı ve maddi güçlüklerin akraba desteği ile aşılmaya çalışıldığı belirtilmektedir. Bu sonuç sosyal ilişkilerin ve aile bağlarının önemine dikkat çekmektedir. Bununla birlikte ailelerin ağırlıklı olarak yaşadıkları psikososyal sorunlara vurgu yapmaları (%80) iyi analiz edilmelidir. Çünkü bu sorunun çözümüne yönelik olarak psikososyal destek programları düzenlenmesine ihtiyaç olduğuna dair önemli bir bulgu olarak değerlendirilebilir. Ailelerin yaşadığı güçlükleri nasıl aştıkları sorulduğunda %5 oranında “aşamıyorum” cevabını vermiştir. Bu sonuç, sosyal ve ekonomik politikalar geliştiren uzmanlar ve devletin ilgili kurumları ve üniversiteler tarafından çözüm aramaya yönelik olarak çalışılması gerektiği şeklinde değerlendirilebilir. Çünkü bu oran acil maddi ve psikososyal desteğe ihtiyaç duyan insanların varlığına işaret etmektedir. Bununla birlikte ailelerin güçlükleri aşmak için %25 oranında aile ve akraba desteği ile ayakta durduklarına vurgu yapmış olmaları sosyolojik anlamda toplumsal bağların ve sosyalleşmenin önemine işaret etmektedir. Fakat ailelerin güçlükleri aşarken %75 oranında manevi ve kişisel gelişimle bunu başardıklarını belirtmeleri eğitimin önemine vurgu yapmaktadır. Pandemi sürecinde ailelerin farkındalık seviyelerinin arttığını ve hayatın anlamını ve önemini yeniden sorguladıklarını belirtmeleri anlamlı bir çıktı olarak yorumlanabilir. Ailelerin %3’ü çocuklarının başarısının önemli olduğunu belirtirken %7’si her ikisinin önemli olduğunu fakat katılımcıların %90’ı çocuklarının mutluluğunun daha önemli olduğunu belirtmiştir.

Anket Soruları Cevaplar (%)
Katılımcıların Cinsiyetlerine Göre Dağılımı Erkek 40
  Kadın 60
Pandemi Sürecinin Ailenize Etkisi Olumlu 10
  Olumsuz 90
Pandem sürecinin Çocuklarınıza Etkisi Olumlu 25
  Olumsuz 75
Pandemi süreci aile iletişiminizi nasıl etkiledi? Olumlu 20
  Olumsuz 80
Çocuklarınız bu süreçte herhangi bir duygu değişimi yaşadı mı? Evet: Olumlu 19
  Evet: olumsuz 81
Bu süreçte nasıl bir desteğe ihtiyacınız olduğunu düşünüyorsunuz? Maddi 15
  Psikososyal 85
Bu süreçte ne tür zorluklar yaşadınız? Yaşamadım 10
  Geçim Sıkıntısı 25
  Psikososyal 65
Karşılaştığınız güçlükleri nasıl aşıyorsunuz? Aile ve akraba desteği 25
  Kişisel ve Manevi Gelişim 70
  Aşamıyorum 5
Pandemi sürecinde çocuğunuzda ne tür davranış değişiklikleri oldu? Olmadı 20
  Stres ve uyku bozukluğu 75
  Bilgisayar Bağımlılığı 5
Çocuklarınızın bu dönemde dikkat ve konsantrasyonlarında herhangi bir değişiklik oldu mu? Bilmiyorum 10
  Evet 40
  Hayır 50
Çocuklarınızın fiziksel yakınmaları ve uyku saatlerinde değişiklik oldu mu? Evet 75
  Hayır 25
Uzaktan eğitim süreci aile iletişiminizi nasıl etkiledi? Olumlu 20
  Olumsuz 45
  Etkilemedi 35
Çocuklarınızın ders verimliliğinin artması için neler yapılmasına ihtiyaç duyuyorsunuz? Yüz Yüze Eğitim 40
  Etkili Ders Anlatma Teknikleri 30
  Öğretmen Motivasyonu 30
Sizce çocuklarınızın başarısı mı yoksa mutluluğu mu daha önemlidir? Başarı 3
  İkisi de 7
  Mutluluk 90

Tablo-1: Pandemi Sürecinin Aileler Üzerinde Yaptığı Etki Anketi (2020).

Sonuç ve değerlendirme:

Aileler pandemi sürecinde ciddi zorluklar yaşamaktadır. Ailelerdeki yükün önemli bir kısmı kadınların üzerindedir. Bu yönüyle kadınların psikososyla olarak desteklenmesi gerektiği anlaşılmaktadır. Bu noktada en büyük destek erkekler tarafından kendi eşlerine yapılmalı ve ev işlerinde kadınlara yardım ve destek olmak ve iş yükü paylaşılmalıdır. Geçim sıkıntısı erkekleri olumsuz yönde daha fazla etkilemektedir. Bu bakımdan aile dayanışmasının sağlanması ve aile bağlarının güçlendirilmesinin yararlı olacağı görülmektedir. Aileler yaşadığı güçlükleri sosyalleşme ve sosyal bağlarının güçlü olması ile daha kolay aştıklarını belirtmektedir. Bu bakımdan sosyal bağların güçlendirilmesi aileler üzerinde psikososyal bir destek etkisi yapmaktadır.

Çocuklar üzerinde stres bozukluğu, agresif tavır ve tutumlar, uyku ve kaygı bozuklukları, bilgisayar bağımlılığı gibi yansımalar görülmektedir. Çocukların motor becerilerinin gelişmesi ve hareketliliklerinin artması için yüz yüze eğitimin bir an önce başlamasına olan ihtiyaç net olarak kendini göstermektedir. Çocukların ders başarısının artması için etkili ders çalışma teknikleri ve öğretmen motivasyonuna ihtiyaç duydukların ifade etmeleri eğitimcilere, okul yöneticilerine ve eğitim politikası belirleyicilerine ve akademisyenlere önemli bir çalışma konusu oluşturmaktadır. Bu konu üzerinde dikkatli çalışılıp çözümler üretilmelidir.

Aileler yaşadıkların güçlükleri aşarken kişisel ve manevi gelişimin önemine vurgu yapmaktadır. Bu cevaplar zor zamanlarda eğitimle birlikte milli ve manevi değerlerimizden destek almanın önemli bir psikososyal destek yerine geçtiğine dair bir delil olarak değerlendirilebilir. Bu bakımdan ailelere yönelik olarak psikososyal destek programları ve eğitim içerikleri geliştirilmelidir.  

Ailelerin çocuklarının mutluluğu vurgu yapmaları ise, pandemi sürecinin hayatın anlamını fark etme olgusunun ebeveynler tarafından daha iyi kavrandığı gerçeğinden yansıyan bir farkındalık olarak yorumlanabilir. Bu süreçte sosyal politika yapıcı kurumlar ve uzmanlar, politika belirleyici ve karar verici devlet organları, üniversiteler, STK mensupları, eğitimciler ve akademisyenler ailelere psikososyal destek sağlamak için özel bir gayret sarf etmelidir.

Öğretmenler ve psikologlar aileleri etkili bir şekilde dinlemeli, çocukları ve özellikle gençleri danışman titizliği ile anlamalıdır. Bu araştırmanın sonuçları bize gösteriyor ki zor zamanlardaki sıkıntıları aşmak için aile içi iletişim kalitesi artırılmalıdır. Aile bireylerinin kişisel ve manevi gelişimi desteklenmelidir. Aile bireyleri birbirini yargılamadan, değiştirmeye çalışmadan kabul etmelidir. Okul psikologları, rehberlik uzmanları ve öğretmenler aileleri arayarak sabırla ve sakin bir şekilde dinlemeye, yalnızca dinlemeye özen göstermelidir. Çünkü psikolojik olarak rahatlamanın yolu kendisini yargılamadan dinleyen bir danışmana içini dökmekle mümkün olur.

Anneler, babalar ve eğitimciler çocuklara ve gençlere patron gibi hükmedici değil, şefkatli ve sabırlı bir danışman gibi davranmalıdır.

Dr. Nadir Çomak

11.01.2021

https://www.nadircomak.com/

Kaynaklar:


[1] Öğrenen Aile Danışmanlık Merkezi, “Pandemi Sürecinde Aile Tutumları 2020” anket sonuçları.



[2] https://www.google.com/=corona+istatistikleri, 01. 10. 2021

[3] Temel, M. K. 2015, Gelmiş Geçmiş En Büyük Katil; İspanyol Gribi. Betim Yay. İst.


Warning: Undefined array key "sfsi_mastodonIcon_order" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 175

Warning: Undefined array key "sfsi_mastodon_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 268

Warning: Undefined array key "sfsi_snapchat_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 277

Warning: Undefined array key "sfsi_reddit_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 274

Warning: Undefined array key "sfsi_fbmessenger_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 271

Warning: Undefined array key "sfsi_tiktok_display" in /home/nadircomak/public_html/wp-content/plugins/ultimate-social-media-icons/libs/controllers/sfsi_frontpopUp.php on line 265
error

Websitemi Beğendiniz mi? Başkalarının da faydalanması için paylaşır mısınız? :)

Email Gönder
Whatsapp